Перевод: со всех языков на турецкий

с турецкого на все языки

yemek yapmak

  • 1 faire

    I
    v t
    1 fabriquer yapmak
    2 mesurer ölçüm değeri

    Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.

    Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.

    3 égaler eder [e'deɾ]

    Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.

    4 exécuter bir şey yapmak
    5 effectuer meşgul olmak

    Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

    6 accomplir gerçekleştirmek
    7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak
    8 neden olmak

    Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.

    Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.

    cela ne fait rien bir şey değil
    10 davranış [davɾa'nɯʃ]
    11 exprimer ifade etmek
    12 yol almak

    Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.

    II
    v i
    yapmak, etmek

    Il a bien fait. — İyi etti.

    Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.

    zaman veya iklim gösterir

    Il fait nuit. — Gece oldu.

    Il fait beau. — Hava güzel.

    IV
    v aux
    causer (suivi d'un inf.) neden olmak

    Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.

    Dictionnaire Français-Turc > faire

  • 2 zaubern

    zaubern ['tsaʊbɐn]
    I vi
    1) ( Magie betreiben) büyü yapmak;
    ich kann doch nicht \zaubern ( fam) ben büyücü değilim ki!
    2) ( als Zauberkünstler) hokkabazlık yapmak
    II vt
    1) (herbei\zaubern)
    eine Taube aus dem Hut \zaubern hokkabazlıkla [o el çabukluğu ile] şapkadan güvercin çıkarmak
    2) ( herstellen)
    ein wundervolles Gericht \zaubern el çabukluğu ile harika bir yemek yapmak

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > zaubern

  • 3 cook

    n. aşçı
    ————————
    v. yemek yapmak, pişirmek, pişmek; uydurmak; oynama yapmak; mahvetmek
    * * *
    1. pişir (v.) 2. aşçı (n.)
    * * *
    [kuk] 1. verb
    (to prepare (food) or become ready by heating: She cooked the chicken; The chicken is cooking in the oven.) piş(ir)mek
    2. noun
    (a person who cooks, especially for a living: She was employed as a cook at the embassy.) aşçı
    - cookery
    - cookery-book
    - cook up

    English-Turkish dictionary > cook

  • 4 fricassee

    v. yahni pişirmek, salçalı yemek yapmak
    * * *
    salçalı et

    English-Turkish dictionary > fricassee

  • 5 dish up

    yemek servisi yapmak; hazirlamak, sunmak

    English to Turkish dictionary > dish up

  • 6 déjeuner

    I
    v i
    1 à midi öğle yemeği yemek

    Nous avons déjeuné chez moi. — Öğle yemeğini evimde yedik.

    2 le matin sabah kahvaltısı yapmak

    Il a très peu déjeuné. — Çok az kahvaltı yaptı.

    II
    n m
    1 repas du midi öğle yemeği

    Le déjeuner est prêt. — Yemek hazır.

    déjeuner d'affaires iş yemeği
    2 petit déjeuner sabah kahvaltısı

    Dictionnaire Français-Turc > déjeuner

  • 7 подавать

    несов.; сов. - пода́ть

    пода́ть кому-л. портфе́ль — birine çantasını vermek

    пода́ть кому-л. стул — birine bir iskemle vermek / getirmek

    с су́дна по́дали трап — gemiden iskele verdiler / indirdiler

    2) ( ставить на стол) servis etmek / yapmak; getirmek

    по́дали суп — çorba geldi

    по́данный ему́ суп — önüne getirilen çorba

    ку́шать по́дано — yemek hazır

    3) тк. несов., в соч.

    э́то блю́до подаю́т с со́усом — bu yemek salçalı olarak servis edilir

    пода́ть ни́щему — dilenciye sadaka vermek

    5) (подводить для посадки, погрузки) getirmek

    по́езд подаду́т на другу́ю платфо́рму — tren başka perona gelecek

    маши́на по́дана́ — araba hazır

    6) (заявление, просьбу и т. п.) vermek

    подава́ть заявле́ние — dilekçe vermek

    подава́ть в суд на кого-л. — birini dava etmek, mahkemeye vermek

    7) спорт. servis yapmak / atmak

    подава́ть мяч (в теннисе, волейболе)servis yapmak

    ••

    пода́ть сове́т — öğüt vermek

    пода́ть го́лос — ( откликнуться) ses vermek; (проголосовать за кого-л.) birine oy vermek

    подава́ть знак — işaret etmek

    пода́ть знак руко́й — eliyle bir işaret vermek

    пода́ть ру́ку кому-л( для рукопожатия) elini uzatmak; ( для помощи) el vermek

    пода́ть друг дру́гу ру́ку — el sıkışmak

    подава́ть кома́нду — komut / kumanda vermek

    пода́й наза́д! — al geri!

    Русско-турецкий словарь > подавать

  • 8 закусывать

    aperitif almak,
    açlığı bastırmak
    * * *
    I несов.; сов. - закуси́ть
    1) ( немного поесть) hafif tertip yemek yemek; safra bastırmak; çerelenmek
    2) разг. ( перед обедом) çerez(lerden) yemek
    3) ( заедать) (üstüne)... yemek / almak
    ••

    заку́сывать рукаво́м — yumruk mezesi yapmak

    II несов.; сов. - закуси́ть
    ( захватывать зубами) dişlerinin arasına sıkıştırmak

    закуси́ть удила́ — gemi azıya almak

    Русско-турецкий словарь > закусывать

  • 9 grub

    n. kurtçuk, tırtıl, çalışıp duran kimse, arı gibi çalışan kimse, yiyecek, yemek
    ————————
    v. eşelemek, didiklemek, kazmak, toprağı eşelemek, çapalamak, ot ve kökleri temizlemek, didinmek, ağır iş yapmak, yemek yemek
    * * *
    1. toprağı kaz (v.) 2. kurt (n.)
    * * *
    1. noun
    1) (the form of an insect after it hatches from its egg: A caterpillar is a grub.) tırtıl, sürfe, larva, kurt
    2) (a slang term for food: Is there any grub in the house?) yiyecek
    2. verb
    (to search by digging: The pigs were grubbing around for roots.) eşip çıkarmak

    English-Turkish dictionary > grub

  • 10 prendre

    Dictionnaire Français-Turc > prendre

  • 11 set

    adj. kurulmuş, yapmacık, içten olmayan, sabit, değişmez, belirlenmiş, belirli, geleneksel, alışılmış, basmakalıp, kararlı, azimli, inatçı, dediğim dedik
    ————————
    n. set, seri, dizi, takım, yemek takımı, sahne, topluluk, grup, zümre, durum, hal, eğilim, gidiş yönü, gidişat, batma, vaziyet, batış, fide, fidan, yuva (porsuk vb.), alıcı
    ————————
    v. koymak; yerleştirmek, takmak, kurmak, hazırlamak; düzenlemek; ayarlamak, belirlemek; batmak (güneş), batmak; oturtmak; yapmak; kararlaştırmak; dizmek; dikmek, ekmek; şekil vermek; kuluçkaya yatırmak; kakma işi yapmak (taş); süslemek; yazmak, çizmek; saldırtmak, üzerine salmak; riske atmak, tehlikeye atmak; olgunlaşmak; yaptırmak; yerleşmek; katılaşmak, pıhtılaşmak, pekişmek; kesilmek (süt); oturmak; gelmek, esmek; avın yerini göstermek; kasılmak; meyve vermek
    * * *
    1. ayarla (v.) 2. kur (v.) 3. set (n.)
    * * *
    [set] 1. present participle - setting; verb
    1) (to put or place: She set the tray down on the table.) koymak
    2) (to put plates, knives, forks etc on (a table) for a meal: Please would you set the table for me?) kurmak, hazırlamak
    3) (to settle or arrange (a date, limit, price etc): It's difficult to set a price on a book when you don't know its value.) saptamak, kararlaştırmak
    4) (to give a person (a task etc) to do: The witch set the prince three tasks; The teacher set a test for her pupils; He should set the others a good example.) vermek
    5) (to cause to start doing something: His behaviour set people talking.) başlatmak
    6) ((of the sun etc) to disappear below the horizon: It gets cooler when the sun sets.) batmak
    7) (to become firm or solid: Has the concrete set?) katılaşmak
    8) (to adjust (eg a clock or its alarm) so that it is ready to perform its function: He set the alarm for 7.00 a.m.) ayarlamak, kurmak
    9) (to arrange (hair) in waves or curls.) saç yapmak, şekil vermek
    10) (to fix in the surface of something, eg jewels in a ring.) oturtmak, koymak
    11) (to put (broken bones) into the correct position for healing: They set his broken arm.) (kırık çıkığı) yerine koymak/oturtmak
    2. adjective
    1) (fixed or arranged previously: There is a set procedure for doing this.) belirli, değişmez
    2) ((often with on) ready, intending or determined (to do something): He is set on going.) kararlı, aklına koymuş
    3) (deliberate: He had the set intention of hurting her.) amaçlı
    4) (stiff; fixed: He had a set smile on his face.) sabit
    5) (not changing or developing: set ideas.) değişmez
    6) ((with with) having something set in it: a gold ring set with diamonds.)... ile donatılmış
    3. noun
    1) (a group of things used or belonging together: a set of carving tools; a complete set of (the novels of) Jane Austen.) set, takım
    2) (an apparatus for receiving radio or television signals: a television/radio set.) alıcı, cihaz
    3) (a group of people: the musical set.) topluluk
    4) (the process of setting hair: a shampoo and set.) saç yapma
    5) (scenery for a play or film: There was a very impressive set in the final act.) sahne, dekor
    6) (a group of six or more games in tennis: She won the first set and lost the next two.) set
    - setback
    - set phrase
    - set-square
    - setting-lotion
    - set-to
    - set-up
    - all set
    - set about
    - set someone against someone
    - set against someone
    - set someone against
    - set against
    - set aside
    - set back
    - set down
    - set in
    - set off
    - set something or someone on someone
    - set on someone
    - set something or someone on
    - set on
    - set out
    - set to
    - set up
    - set up camp
    - set up house
    - set up shop
    - set upon

    English-Turkish dictionary > set

  • 12 serve

    -e hizmet etmek, hizmet vermek; hizmetinde olmak, çalismak; bir yerde çalismak, bir is yapmak; gereksinimini karsilamak, yetmek, yeterli olmak, isini görmek, isine yaramak; (yemek) vermek, servis yapmak, istedigi seyleri vermek, bakmak, servis yapmak; hap

    English to Turkish dictionary > serve

  • 13 dish

    n. tabak; yemek; tercih; güzel kız; piliç
    ————————
    v. servis yapmak; sunmak; kandırmak, mahvetmek; işini bozmak; atlatmak; ortasını çukurlaştırmak
    * * *
    1. çukur yansıtıcı 2. servis yap (v.) 3. tabak (n.)
    * * *
    [diʃ]
    1) (a plate, bowl etc in which food is brought to the table: a large shallow dish.) tabak
    2) (food mixed and prepared for the table: She served us an interesting dish containing chicken and almonds.) yemek
    - dish-washing
    - dishwater
    - dish out

    English-Turkish dictionary > dish

  • 14 заедать

    paralamak; yiyip bitirmek; sıkışıp kalmak,
    tutukluk yapmak
    * * *
    несов.; сов. - зае́сть
    1) ( загрызать) paralamak
    3) в соч.

    заеда́ть лека́рство конфе́той — ( içilen acı) ilacın üstüne bir şeker yemek

    4) перен., разг. (изводить, мучить) yeyip bitirmek

    её тоска́ зае́ла — elem onu yeyip bitirdi

    5) безл., разг. ( застревать) takılıp kalmak; sıkışıp kalmak; tutukluk yapmak

    я́корь зае́ло — demir bir şeye takılıp kaldı

    6) безл., прост. onuruna dokunmak

    что тебя́ зае́ло? — senin onuruna dokunan nedir?

    Русско-турецкий словарь > заедать

  • 15 приготавливать

    несов.; сов. - пригото́вить
    1) врз hazırlamak; yapmak

    пригота́вливать обе́д — yemek hazırlamak / pişirmek

    пригота́вливать посте́ль — yatağı yapmak

    пригота́вливать кого-л. к экза́мену — sınava hazırlamak

    он пригото́вил нас к э́тому изве́стию — bizi bu habere hazırlamıştı

    по́вар объясни́л, как пригото́вить э́то блю́до — aşçı bu yemeğin yapımını tarif etti

    пригота́вливать уро́ки — ders(e) çalışmak

    Русско-турецкий словарь > приготавливать

  • 16 take

    n. tutma, tutuş, tutulan balık miktarı, avalanan hayvan miktarı, alıntı, hasat, pay, tepki, reaksiyon, kabul etme (vücut), alınan taş
    ————————
    v. almak, götürmek, tahammül etmek, tutmak, icap etmek, ele geçirmek, elde etmek, yakalamak, çıkarmak, karşılamak, atlatmak, etmek, hissetmek, yanmak, kazanmak, yapmak, ölçmek, kabul etmek, sanmak, çekmek [fot.], katlanmak, dayanmak, kaplamak, gerektirmek, tedavi etmek, etkili olmak, kabul edilmek, oltaya vurmak, tutuşmak
    * * *
    1. al (v.) 2. alıntı (n.)
    * * *
    [teik] 1. past tense - took; verb
    1) ((often with down, out etc) to reach out for and grasp, hold, lift, pull etc: He took my hand; He took the book down from the shelf; He opened the drawer and took out a gun; I've had a tooth taken out.) almak, tutmak
    2) ((often with away, in, off, out etc) to carry, conduct or lead to another place: I took the books (back) to the library; He's taking me with him; Take her into my office; The police took him away; I took the dog out for a walk; He took her out for dinner.) götürmek
    3) (to do or perform some action: I think I'll take a walk; Will you take a look?; to take a bath) (bir eylem) yapmak
    4) (to get, receive, buy, rent etc: I'm taking French lessons; I'll take three kilos of strawberries; We took a house in London.) almak, tutmak, v.s.
    5) ((sometimes with back) to agree to have; to accept; He took my advice; They refused to take responsibility; I won't take that (insult) from you!; I'm afraid we can't take back goods bought in a sale.) almak, katlanmak, kabul etmek
    6) (to need or require: How long does it take you to go home?; It takes time to do a difficult job like this.) gerektirmek, almak, çekmek
    7) (to travel by (bus etc): I'm taking the next train to London; I took a taxi.) binmek, binip... ile gitmek
    8) (to have enough space for: The car takes five people.) almak, yeri olmak
    9) (to make a note, record etc: He took a photograph of the castle; The nurse took the patient's temperature.) çekmek; ölçmek
    10) (to remove, use, occupy etc with or without permission: Someone's taken my coat; He took all my money.) çalmak, aşırmak
    11) (to consider (as an example): Take John for example.) düşünmek, ele almak
    12) (to capture or win: He took the first prize.) kazanmak
    13) ((often with away, from, off) to make less or smaller by a certain amount: Take (away) four from ten, and that leaves six.) çıkarmak
    14) (to suppose or think (that something is the case): Do you take me for an idiot?) sanmak, zannetmek
    15) (to eat or drink: Take these pills.) yemek, içmek
    16) (to conduct, lead or run; to be in charge or control of: Will you take the class/lecture/meeting this evening?) ders vermek, öğretmek, idare etmek
    17) (to consider or react or behave to (something) in a certain way: He took the news calmly.) karşılamak
    18) (to feel: He took pleasure/pride / a delight / an interest in his work.) hissetmek, duymak
    19) (to go down or go into (a road): Take the second road on the left.) gitmek, takip etmek
    2. noun
    1) (the amount of money taken in a shop etc; takings: What was the take today?) hasılat, kazanç
    2) (the filming of a single scene in a cinema film: After five takes, the director was satisfied.) çekim, sahne
    - takings
    - take-away
    - be taken up with
    - be taken with/by
    - take after
    - take back
    - take down
    - take an examination/test
    - take someone for
    - take for
    - take in
    - take it from me that
    - take it from me
    - take it into one's head to
    - take it into one's head
    - take off
    - take on
    - take it out on
    - take over
    - take to
    - take up
    - take something upon oneself
    - take upon oneself
    - take something up with someone
    - take up with someone
    - take something up with
    - take up with

    English-Turkish dictionary > take

  • 17 варить

    pişirmek,
    haşlamak,
    kaynatmak
    * * *
    1) pişirmek; haşlamak; kaynatmak

    вари́ть обе́д — yemek pişirmek / hazırlamak

    вари́ть карто́фель — patates haşlamak

    вари́ть мя́со два часа́ — eti iki saat kaynatmak

    2) в соч.

    вари́ть мы́ло — sabun pişirmek

    вари́ть сталь — çelik yapmak

    3) тех. ( сваривать) kaynatmak, kaynak yap mak

    Русско-турецкий словарь > варить

  • 18 из

    = изо
    1) ( откуда)...dan

    выходи́ть и́з дому — evden (dışarı) çıkmak

    прие́хать из Ки́ева — Kiev'den gelmek

    пить из ча́шки — fincandan içmek

    выжима́ть сок из виногра́да — üzümün suyunu sıkmak

    друго́го вы́хода из пеще́ры не́ было — mağaranın başka çıkışı yoktu

    2) ( при указании на материал)...dan (yapılma / yapılmış)

    ста́туя из мра́мора — mermerden (yapılmış) heykel

    ма́сло де́лается из молока́ — tereyağı sütten yapılır

    дере́вня из ста дворо́в — yüz haneli köy

    кварти́ра из двух ко́мнат — iki odalı daire

    програ́мма из пяти́ пу́нктов — beş maddelik program

    обе́д из трёх блюд — üç kap yemek

    суп из потрохо́в — işkembe çorbası

    чай из Гру́зии — Gürcistan menşeli çay(lar)

    мини́стр из рабо́чих — işçi kökenli / asıllı bakan

    он из бе́дной семьи́ — yoksul bir ailedendir

    вы́йти из наро́да — halk içinden çıkmak

    он ро́дом из Москвы́ — aslen Moskovalıdır

    мыть из шла́нга — hortumla yıkamak

    его́ уби́ли из охо́тничьего ружья́ — onu av tüfeği ile vurdular

    соревнова́ния по стрельбе́ из винто́вки — tüfekle atış müsabakası

    6) (при указании на изменение, превращение)

    из зелёного цве́та стал си́ним — renk yeşilken mavi oldu

    поэ́та из него́ не вы́йдет — şair olamaz

    оте́ц хоте́л сде́лать из меня́ врача́ — babam beni doktor yapmak isterdi

    7) ( по причине)...dan; yüzünden

    из уваже́ния к кому-л.birine hürmeten

    из стра́ха пе́ред боле́знью — hastalık korkusundan

    из стра́ха пе́ред ва́ми — sizden korktuğundan

    из ре́вности — kıskançlık yüzünden

    8) (при указании на выделение кого-чего-л. из совокупности)...dan

    оди́н из них — onların / onlardan biri

    дво́е из вас — ikiniz

    са́мый ста́рший из бра́тьев — kardeşlerin en büyüğü

    чу́до из чуде́с — harikaların harikası

    9) (с предлогом "в")...dan

    из го́да в го́д — yıldan yıla, her geçen yıl

    ходи́ть из до́ма в дом — ev ev dolaşmak

    ••

    изо все́х сил — olanca gücüyle

    выбира́ть одно́ из двух — iki şıktan birini seçmek

    Русско-турецкий словарь > из

  • 19 первый

    1) врз birinci, birincil, ilk; turfanda (об овощах, фруктах)

    пе́рвое число́ (месяца)ayın biri

    пе́рвое ма́рта — Martın biri, bir mart

    в пе́рвых чи́слах ма́рта — Mart başında / başlarında

    полови́на пе́рвого — saat yarım

    я предпочита́ю пе́рвый — birincisini tercih ederim

    пе́рвая раке́тка ми́ра — dünyanın bir numaralı raketi

    соверши́ть свой пе́рвый полёт — ilk uçuşunu yapmak

    пе́рвый ход (в игре)ilk hamle

    э́то не пе́рвая и не после́дняя неуда́ча — başarısızlığın ne ilki ne de sonuncusudur bu

    он не пе́рвый, кто... —...an ilk kişi değildir

    я вошёл пе́рвым — önden girdim

    пе́рвый разде́л статьи́ — yazının ilk bölümü

    на пе́рвых полоса́х газе́т — gazetelerin baş sayfalarında

    завоева́ть / получи́ть пе́рвую пре́мию на ко́нкурсе — yarışmada birincilik ödülünü kazanmak / almak

    он был пе́рвым в кла́ссе — sınıfın birincisiydi

    стать пе́рвой жи́зненной необходи́мостью — birincil hayati ihtiyaç haline gelmek

    пе́рвое усло́вие успе́ха — başarının birincil koşulu

    пе́рвые помидо́ры (сезо́на)turfanda domates

    2) ön

    пе́рвый ряд — ilk / ön sıra

    на пе́рвом пла́не — ön planda

    быть в пе́рвых ряда́х борцо́в за мир — barış için (yakılar) savaşımın ön saflarında olmak

    3) (пе́рвое) → сущ., с ( блюдо) birinci yemek (-ği)
    ••

    пе́рвое вре́мя — ilk zamanlar

    пе́рвым де́лом / до́лгом — evvel emirde, ilk ağızda, ilk iş olarak

    при пе́рвой возмо́жности — ilk fırsatta

    вы́двинуть что-л. на пе́рвый план — ön plana çıkarmak

    из пе́рвых рук — ilk elden

    э́тот вопро́с бу́дет решён в пе́рвую о́чередь — bu sorun öncelikle çözülecek

    Русско-турецкий словарь > первый

  • 20 рано

    1) нареч. erken, erkenden

    ра́но у́тром — sabah erken(den)

    он встаёт ра́но — erken kalkar

    она́ ра́но овдове́ла — genç yaşta dul kaldı

    он ра́но поседе́л — saçı vaktinden önce ağarmıştı

    2) безл., → сказ. erkendir

    пока́ ра́но де́лать прогно́зы — tahmin yapmak şimdilik erkendir

    обе́дать ещё ра́но — yemek yemenin sırası gelmedi daha

    Русско-турецкий словарь > рано

См. также в других словарях:

  • piknik yapmak — kırda yemek yemek ve gezinti yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • nane yemek — yakışıksız bir davranışta bulunmak, uygunsuz bir iş yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • perhiz yapmak (veya etmek) — sağlığı korumak veya düzeltmek amacıyla özel bir beslenme düzeni uygulamak Fiyatlar o kadar yükseldi ki perhiz eder gibi yediğim hâlde, yine her yemek bir buçuk lirayı geçmeye başladı. Ö. Seyfettin …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • rejim yapmak — sağlığı korumak veya zayıflamak amacıyla belirli yiyecekleri yemek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • tavuk ayağı yemek — gevezelik etmek, dedikodu yapmak A, o nasıl lakırtı, dedi. Bunlar da tavuk ayağı yemişler, ağızlarında bakla ıslanmıyor. M. Ş. Esendal …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • rüşvet yemek — bir işi yapmak için birinden rüşvet almak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak) — başkasına kızıp kendine zararlı olan bir iş yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • bok yemek — kaba yakışıksız bir iş yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hatır için çiğ tavuk yemek — bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • aklını peynir ekmekle yemek — alay şaşkınca ve akılsızca işler yapmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • HIMYET — Yemek yememek. Perhiz yapmak …   Yeni Lügat Türkçe Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»